Bir Şehir Kurmak

 

Bir Şehir Kurmak

Nerede bir kent varsa orada bir medeniyet vardır (Anonim).
İnsanın dünyadaki en önemli vazifesi dünyayı güzelleştirmektir (Hz. Muhammed).

Günümüzde kentleşme eğiliminin arttığı ve buna bağlı olarak sürdürülebilirlik olgusunun her geçen gün daha çok önemsendiği bir dönemde yaşıyoruz. Birleşmiş Milletler uzmanlarının yaptığı hesaplamalara göre 2008 yılında tarihte ilk defa dünya üzerinde şehirlerde yaşayan insanların sayısı kırsalda yaşayanların sayısını geçmiş bulunuyor. Artık dünya nüfusunun %50’den fazlası, Türkiye nüfusunun ise %75’den fazlası, Malatya nüfusunun ise %65’den fazlası şehirlerde yaşamaktadır.

Kentler, insanlığın tarihsel yürüyüşü içinde insanoğlu tarafından ortaya çıkarılan en orijinal, en muhteşem ve en karmaşık yapılardır. Şehirler tarih içinde de her zaman önemli olagelmişlerdir. Bütün peygamberler, büyük filozof ve düşünürler, büyük düşünce ve aksiyon adamları hep şehirlerde ortaya çıkmıştır. Yine bütün ilahi dinler, büyük anlatılar, büyük medeniyetler, önemli düşünce ve sanat akımları hep şehirlerde doğmuş gelişmiş ve yayılmıştır.

Bu anlamda bir medeniyetin büyüklüğü çıkardığı büyük insanlarla, ürettiği büyük değerler ve eserlerle ve kurduğu büyük ve anlamlı şehirlerle orantılıdır. N. Topçu’nun

‘Büyük mezarlar üstünde büyük vatanlar vardır. Büyük ölüleri olmayan milletler ebedi olamazlar’  sözü buna işaret ediyor olsa gerektir.

Bir şehirde yaşayan insanlar ile yaşanılan şehir arasında derinlikli ve çok boyutlu bir etkileşim söz konusudur. Şehirleri elbette ki insanlar kurar, ancak şehirler de tarihi yapısı, mimarisi ve estetiğiyle insanları biçimlendirirler. İnsanların günlük hayatlarındaki davranış kalıpları, düşünce biçimleri hatta politik tercihleri şehirler tarafından şekillendirilir. Bu yönüyle bir şehir, binası olmayan bir okul, duvarları olmayan bir sınıf, kitapları olmayan bir kütüphane gibidir. Orada ne bir öğretmen, ne de Formalı çocuklar vardır. Fakat bütün öğrenciler, doğuştan itibaren bu okula kaydolurlar ve öldükten sonra bile orada kalmaya devam ederler. Dolayısıyla şehir hakkında konuşmak, aslında insan hakkında konuşmaktır.

Bu yüzden güzel, anlamlı, insani derinliği olan şehirler kurmak, bir coğrafyada yaşayan insanların ve diğer canlıların potansiyel yeteneklerini ortaya koymalarına ve varoluşsal amaçlarını gerçekleştirmelerine en çok katkı yapan unsurların başında gelecektir.

İnsanların ruhu ve kimliği olduğu gibi şehirlerin de bir ruhu ve kimliği vardır. Sadece geniş caddeler, büyük binalar ve sokakları dolduran kalabalıklar bir yeri “şehir” yapmaya yetmeyecektir. Bir yerin şehir olabilmesi için oraya bir kimlik, bir ruh kazandırmak gerekecektir.

Bu yüzden insanlar şehirleri önce içlerinde kurarlar. Şairler şiirlerine konu eder, ressamlar tuvale işler, yazarlar hikâye ve romanlarına tema olarak seçerler… Sanatçı özlemini anlatır, düşünce insanı şehrin felsefesini kurar, mimarlar proje üretir ve sonra icracılar çıkar ve kurarlar bu şehri…  Bu yönüyle kentler, bir coğrafyada yaşayan insanların üretkenliği, birlikte iş yapabilme kültürü, estetik anlayışı, medeniyet seviyesi ve farklılıklara karşı tutumlarının açık bir göstergesi olacaktır.

Bu anlamda bir şehirde başarılı şair, yazar, ressam, düşünce adamı ve başarılı mimarlar çıkarmadan, başarılı yöneticiler çıkarmak mümkün olmayacak, mümkün olsa bile çözüm olmayacaktır. Bu yüzden önce kültüre, sanata, eğitime kısacası önce insana odaklanmak gerekecektir. Unutmamak gerekir ki, Çanakkale savaşı ve Çanakkale’nin yüz binlerce şehidi M. Akif’in şiirlerine konu olduktan sonra daha derinlikli, çarpıcı, içten ve heybetli bir şekilde tarihe mal olmuş, bir anıt gibi tarihin kalbine dikilmişlerdir. Bu yüzden olsa gerek Şair Süleyman Nazif, Akif’in `Çanakkale Şehitlerine` adlı o muhteşem şiirini okuyunca: `Allah`ın şehitleri olduğu gibi, şairleri de vardır" demekten kendini alamamıştır. Yine Nedim, Y. Kemal ve Necip Fazıl gibi şairler olmasaydı İstanbul bu kadar dillere destan olamayacaktı? 

Aynı kaygıdan hareketle olsa gerek bir şehri, bir toplumu, bir medeniyeti yok etmek isteyenler önce kültürü ve o kültürün kayıtlı olduğu hafızayı yok etmekle işe başlarlar. Bu yüzden Gırnata düşünce, Şarlman ve Kardinali, Endülüs kütüphanelerinden seçtikleri bir milyon ciltlik kitabı kentin meydanında yakarak çıkan alevlerle zaferlerini kutlamışlardı. Yüzyıllar sonra bu olay hakkında Fransız fizikçi P. Curie: ‘Endülüs’ten bize otuz kitap kaldı ve bunlarla atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kalmış olsaydı, çoktan uzayda galaksiler arasında dolaşıyor olurduk” demiştir (http://www.  cumhuriyet.edu.tr/userfiles/ibn_rust_II.pdf).

Malatya için de birkaç cümle yazmak anlamlı olacaktır. Malatya, yaklaşık on bin yıllık bir tarihe yaslanan, iki bin yıldır kendi adıyla var olan, bu süreçte dünya ve Türkiye’nin ortak mirasına önemli değerler katmış bir kenttir.

Malatya, ülkemizdeki kültür ve insan zenginliğinin belli bir ahenk ve belli bir insicamla bir araya geldiği, bir coğrafyada buluşup harmanlandığı, kaynaştığı ve bu renklerin birbirini tamamlayarak adeta “ebru” oluşturduğu güzel bir şehirdir. Bu anlamda, Malatya farklı düşüncelere karşı hoşgörüsüyle tanınan, birbirlerinin varlığında anlam ve zenginlik bulan insanların yaşadığı bir coğrafyadır.

Doğu ile Batıyı, eski ile yeniyi bir arada yaşatan Malatya, Battal Gazi gibi tarihi kişilikleri, İsmet İnönü ve Turgut Özal gibi siyasi kişilikleri, Somuncu Baba ve Niyazi Mısri gibi manevi kişilikleriyle, şiirleri ve türküleriyle,  ozanları ve âşıklarıyla, semah ve halayıyla, katmeri ve kömbesiyle tam bir kültür beşiğidir. Malatya’nın bu özellikleri daha da geliştirilerek devam ettirilmelidir.

Malatya’nın ciddi bir potansiyele sahip olduğu, kapsamlı bir gelişme plan ve stratejisine ihtiyaç duyduğu, bunun ise ancak bütün kurumların koordineli çalışmaları ile mümkün olabileceği hemen herkes tarafından dile getirilmektedir. Malatya insanı bu sorunların altında kalkabilecek fikri ve tecrübî birikime sahiptir. Yapılması gereken şey bu birikimin üretici, geliştirici ve dönüştürücü bir tarzda harekete geçirilmesidir.

Günümüzde, özellikle bilgi ve iletişim teknolojileri alanında küresel boyutta yaşanan gelişmeler, yerel girişimcilik kabiliyeti yüksek yöreler ile kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının iyi organize olduğu, belirli stratejiler ve politikalar doğrultusunda ortak hareket edebildiği kentlerin rekabette öne çıkmasına yol açmaktadır.