O, İlkeli Mücadelenin Sembolüydü...

 

...ve her şey bittiğinde,

hatırlayacağımız şey;

düşmanlarımızın sözleri değil,

dostlarımızın sessizliği olacaktır.

(Aliya)

 

Muhammed İkbal bu yüzyılın başlarında Doğu İslam’ının soluğu olmuştu. Aliya’da aynı yüzyılın sonunda Batı İslam’ının sesi ve soluğu oldu. Hukuk ve devamında Ziraat Fakültelerini bitiren, 9 yılını hapislerde geçiren Aliya, daha lise çağlarında (16 yaşında) Müslüman Gençler Kulübünü kurarak düşünce ve aksiyon hayatına atılmıştı.

Aliya`nın günümüz insanına ışık tutan en önemli örnekliği bizlere ilke, ideal ve doğrularına bağlı kalarak da zalimlere, müstekbirlere, tağutlara ve putlara karşı çıkılabileceğini; ahlakı önemseyerek de isyan edilebileceğini; şark kurnazlığına tevessül etmeden de siyaset yapılabileceğini; halkın içinde durarak ve kendini insanıyla eşit görerek de devlet başkanı olunabileceğini göstermiş olmasıdır. Kısacası savaşın da, isyanın da, siyasetin de, bilge ve entelektüel olmanın da bir ahlakı vardı ve ahlak temelde ideallerine bağlı kalmak demekti. 

Dini istismardan korkan ve cami avlularındaki ilgiden son derece rahatsız olan Aliya, gideceği camiyi önceden kimseye söylemez, korumaları bile yola çıktıktan sonra öğrenirlerdi. Bosna savaşının en şiddetli olduğu bir dönemde, Cuma namazını kılmak üzere oğlu ve korumalarıyla birlikte, savaşa rağmen tıka basa dolu olan Hüsrev Camiine gider, geç kalmıştır ve o sırada hutbe okunmaktadır. O’nun geldiğini gören hoca yerleşmesi için hutbeyi keser, insanlar da kalkarak ön sıralarda yer açmak isterler, bunun üzerine Aliya; "Burası Allah`ın evidir, burada farklılık ya da hiyerarşi olmaz, herkes bulduğu yere oturur, ben burayı buldum burada oturacağım. Allah katında en üstün olan, takva sahibi olandır. Savaştayız, belki hepimiz öleceğiz; fakat inşallah İslam’ı ve onun üstün ilkelerini çiğnetmeyeceğiz. Hocam lütfen hutbeyi tamamlayın” şeklinde kısa bir konuşma yaparak bulunduğu yere oturur.

Geçmiş dönemde Irak’ta bulunmuş bir arkadaşım, her tarafta Saddam’ın posterlerinin asılı olduğunu anlatmıştı. Saddam ata binerken, namaz kılarken, hacca giderken, yolda yürürken vs… Aynı manzarayı Ortadoğu başta olmak üzere doğu toplumlarının hemen hepsinde görmek mümkündür. Oysa Aliya farklıdır. 1994’de Bosna da Demokratik Eylem Partisinin kongresi vardır ve Aliya bir konuşma yapacaktır. Salona girdiğinde salonun bazı yerlerinde kendi posterlerinin asılı olduğunu görünce konuşmasına şöyle başlar: “Değerli konuklar! Bir şeyler söylemeden önce salonda asılı olan bana ait posterlerin benim iznim olmaksızın asıldığını belirtmek istiyorum ve verilecek ilk arada da kaldırılmasını rica ediyorum. Lütfen! Bunu kuru bir tevazu gösterisi olarak görmeyin. Böyle bir adet bizim adedimiz olamaz, bu olsa olsa başkalarının adedi olabilir. Umarım benimle aynı fikirdesinizdir.”

Aliya, Allah’ın insanları eşit, özgür ve birbirlerinin egemeni değil kardeşi olarak yarattığını en iyi anlayan liderlerden biriydi. Aliya bu tavrıyla, ömür boyu çamur ve hurma yapraklarından yapılmış bir evde hasır üzerinde oturan, kurduğu devletin sınırlarının Arabistan yarımadasını aştığı bir dönemde Hz. Ömer’in “Ey Allah’ın Resulü bir ömür hasır üzerinde oturdunuz, istemez misin size de diğer ülke yöneticileri gibi bir saray, bir köşk ya da güzel bir ev yapalım” önerisine “Ey Ömer! Sen istemez misin, dünya onların ahret bizim olsun” şeklinde cevap veren bir peygamberin takipçisi olduğunu göstermişti.

O peygamber ki, kendini her şartta sahabesiyle eşit görür, sahabesine su dağıtır, içeri girdiğinde ayağa kalkılmasına müsaade etmez, bulduğu yere oturur, onlar aç kalırsa o da aç kalır, onlar doyarsa o da doyar, kendisini farklı kılacak bir kıyafet giymez, sahabesinden yükseğe oturmaz, dışarıdan gelen bir yabancı onu tanıyabilmek için “Hanginiz Muhammed” diye sormak zorunda kalırdı. 

Aliya’ya göre “Hayat, inanan ve salih amel işleyenler dışında, hiç kimsenin kazanamayacağı bir oyundan ibaretti.” Bosna Savaşının en yoğun yaşandığı, savaş hukukunun ayaklar altına alındığı, toplama kamplarında savaşa katılmayan çocuk, kadın ve yaşlıların katledildiği, kadınlara tecavüz edildiği bir dönemde; bu yapılanlara isyan edip, çaresizlik içinde kendisine gelerek “müsaade edin, biz de onların çocuklarını ve kadınlarını öldürelim” diye izin isteyen asker ve komutanlarına “Onlar bizim öğretmenimiz değil! Unutmayın ki bir savaş ölünce değil, asıl, düşmana benzeyince kaybedilir. Eğer, katil olmakla kurban olmak arasında seçim yapmak zorunda kalırsak biz kurban olmayı seçeceğiz” diyen de Aliya’dır.

 

Aynı Aliya, savaş bittikten sonra müzakereler için Avrupa’ya giderken şöyle diyecektir. "Ben Avrupa’ya giderken başım dik gidiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların hepsini yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına..." 

İslam Deklarasyonu, Doğu ile Batı Arasında İslam, Tarihe Tanıklığım, Özgürlüğe Kaçışım ve daha niceleri… Hepsi “insani derinlik, düşünsel yetkinlik ve mücadeleci kişilik” vizyonunun bir yansıması… Hepsi bilge bir düşünce insanı, bilge bir devlet adamı, bilge bir ordu komutanı ve belki de en önemlisi bilge bir insan olarak Aliya’nın yaşadıkları, düşündükleri ve yazdıklarından oluşan bir hikmet çağlayanı…

Aliya, 2003 yılında bu dünyadaki hayatını tamamladığında Dino Merlin, ona ithafen "Te Nije Aliya
" (Aliya sen olmasaydın!) isimli bir ağıt yazmış ve yazdığı bu ağıtı tanımlarken "Bu şarkı, ülkesini, ilkelerini ve haysiyetini savunmak niyetinde olan herkesin şarkısıdır" demişti. Biz de aramızdan ayrılışının seneyi devriyesinde onun bilgeliği, mücadelesi ve duruşunun aynı idealleri savunan hepimiz için örneklik teşkil etmesini diliyorum.

Saygı, minnet ve rahmetle…