Değişen Dünyada Aile

Değişen Dünyada Aile

İnsanlık tarihinin başat kurumu olan ve insanlığın sosyal ve kültürel gelişiminin her aşamasında varlığını sürdüren aile kurumu, toplumların en temel birimi ve en önemli sosyal sermayesidir. Bir toplumda aile ne kadar güçlü ve huzurluysa toplum da o kadar güçlü ve huzurlu olacaktır. Ya da aile ne kadar zayıf ve kırılgansa toplum da o denli zayıf ve kırılgan olacaktır. Sağlam temeller üzerine kurulmuş bir aile, sağlıklı bir toplumun müjdecisidir. Bu yönüyle aile, toplumsal sorunların hem kaynağı hem de çözüm alanıdır.

Aile, yetişecek yeni nesillerin fideliği ve temel eğitimi aldıkları okuldur. Bütün çocuklar konuşmayı, yürümeyi, sağlıklı beslenmeyi, adabı muaşereti, nezaket kurallarını, değer yargılarını, empati kurmayı, paylaşmayı, dayanışmayı, sosyal ilişkiler geliştirmeyi kısacası hayatı öncelikle aile ortamında ve aile büyüklerinden öğrenir.

Sağlam temeller üzerine kurulmuş mutlu ve huzurlu bir aile; sevgi ve saygının; hoşgörü ve empatinin; paylaşma ve dayanışmanın; özgürlük ve disiplinin; birlik ve beraberliğin; kültür ve geleneğin öğrenildiği mümbit bir mekteptir.

Aile; çocuk ve genç; anne ve baba; nine ve dede kısacası üç kuşağın birlik halinde ilahi bir amacı ve varoluşsal bir misyonunu gerçekleştirmeye çalıştıkları bir yürüyüşün adıdır. 

Aile; en zor ve sıkıntılı zamanlarda, en meşakkatli anlarda sığınılan sakin bir limandır.

Aile; sevinç ve neşenin; acı ve üzüntünün beraberce yaşandığı, beraberce paylaşıldığı ve beraberce yudumlandığı bir yuvadır.

Aile, bazen dalgalı bir deniz, bazen taşkın bir ırmak ama çoğu zaman dingin bir okyanustur. Bazen rüzgârlı bir tepe, bazen fırtınalı bir yamaç ama çoğu zaman esintili bir vadidir.

İşte aileyi korumak; bütün bu güzellikleri korumaktır. Aileyi korumak; saygı ve sevgiyi; huzur ve mutluluğu; paylaşma ve dayanışmayı korumaktır. Aileyi korumak; toplumun dününü, bugününü ve yarınını korumaktır.

Dünyada yaşanan hızlı değişim insana dair ne varsa hepsini şu ya da bu şekilde etkilemekte ve değişime zorlamaktadır. Bu değişim son yıllarda o denli hızlanmıştır ki, bazı tahminlere göre son 50 yılda yaşanan değişim son 5 bin yılda yaşanan değişimin toplamından daha fazladır. Böylesine yoğun yaşanan bir değişim, her şeyi etkileyeceği gibi kaçınılmaz olarak insan ilişkileri, aile hayatı ve aile kurumunu da bir şekilde etkileyecektir.  

Ülkemizde 1950’li yıllarda %20 olan şehirleşme oranı günümüzde %75-80’lere ulaşmış, yığılmalar şeklinde gerçekleşen bu yer değiştirmeler aile hayatımızı derinden etkilemiştir. Yine, kitle iletişim araçlarının ulaştığı boyutlar, teknolojinin yoğun kullanımı ve eğitim düzeyinin yükselmesi gibi etkenler de aile kurumunda benzer değişimlere yol açmıştır.

Bu süreçte, yüzyıllar içinde oluşturduğumuz geleneksel aile yapımız, modernist yaşam tarafından kuşatılmış; aileler alabildiğine küçülmüş; komşuluk ilişkileri zayıflamış; mahallenin yerini çevresiyle izole siteler almaya başlamış; geleneksel toplumda kendi kendine yeten, başlı başına bir üretim birimi ve işletme olan aile şehre göçle birlikte birçok ihtiyaca bağımlı hale gelmiş; daha çok kazanmak, daha çok tüketmek ve daha gösterişli yaşamak bir statü göstergesi haline gelmiştir.

Özellikle son yıllarda ülkemizde aileyi güçlendirmeye ve desteklemeye yönelik başta eğitim, sağlık ve yasal düzenlemeler alanında olmak üzere kadınlar, gençler, çocuklar ve engelliler gibi dezavantajlı sosyal grupların toplumsal konumunu güçlendirmeye yönelik önemli adımlar atılmıştır. Aile mahkemelerinin kurulması; kadın ve çocuklara yönelik koruma evleri oluşturulması; kadının çalışma şartlarının iyileştirilmesi; TBMM bünyesinde Kadın Hakları ve Fırsat Eşitliği komisyonunun kurulması ve ekonomik, sosyal ve kültürel haklara yönelik birçok uluslar arası sözleşmenin kabul edilmesi bunlardan bazılarıdır. Bu çalışmalar özellikle kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılığın sosyal ve kültürel farklılığa dönüştürülmesinin engellenmesi açısından anlamlı çalışmalardır. Bununla birlikte hâlâ kadınlarımızla, çocuklarımızla, gençlerimizle ve yaşlı insanlarımızla kısacası aile kurumuyla ilgili ciddi sorunlarla karşı karşıyayız.  

Maalesef bir türlü çözemediğimiz işsizlik ve yoksulluk sorunu yüzünden evini geçindirmekte zorlanan babalar; evlilik yaşları geldiği halde imkânsızlıktan dolayı evlenemeyen ve yaklaşık %20’si işsiz olan gençler; toprakla ilişkisi kesilmiş apartman dairelerinde televizyon ve internet tarafından esir alınmış çocuklar; sınav merkezli eğitim sistemi yüzünden çocukluğunu ve gençliğini yaşayamadan büyüyen nesiller; sosyal hayatta yeterince yer alamayan engelliler; fiili olarak uygulanmasa bile yasal zemine kavuşturulamadığı için başörtülü çalışma konusunda ciddi sıkıntılar yaşayan kadınlar aile kurumunu etkileyen sorunlar olarak varlığını sürdürmektedir.      

İşsizlik ve yoksulluk; aile içi şiddet; gittikçe küçük yaşlara inen sigara, içki ve uyuşturucu kullanımı; sürekli artan boşanma oranları; töre cinayetleri sağlamlılığıyla övündüğümüz aile yapımızı tehdit eden unsurlar olmaya devam etmektedir.  

Yapılan araştırmalar ülkemizde neredeyse her 10 kadından 4’ünün, ülkenin doğusunda ise her 2 kadından birinin hayatı boyunca bir şekilde şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Bazı bölgelerimizde kızların yaklaşık yarısının rızası alınmadan evlendirildiği, birçoğunun ise daha çocuk denecek yaşlarda evlenmeye zorlandığı bilinmektedir.

2010 yılında TÜİK tarafından gerçekleştirilen ve BM raporlarına da konu olan bir araştırmaya göre sayıları 13 milyonu bulan 15-24 yaş gençlerimizin %30’u okula gitmekte, %30’u çalışmakta, % 40’ının ise ne yaptığı bilinmemektedir. Bu rakamlar, sayısı 5 milyonu aşan kayıp ve kayıt dışı bir gençlikle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.  

Ticari girişimcilikte iyi bir düzey yakalayan ülkemizin, sosyal girişimcilik ve sosyal alanda aynı başarıyı yakaladığını söylemek henüz zordur. Dünyanın en büyük 16 ekonomisinden biri olan Türkiye, 2012’de BM tarafından yayınlanan insani gelişmişlik endeksinde 187 ülke arasında 92. sırada yer alabilmiştir. Bu durum, ekonomik gelişmişlikle sosyal gelişmişlik arasındaki uçuruma işaret etmektedir. Bu anlamda sosyal girişimcilik alanının desteklenmesi ve sosyal hakların iyileştirilmesine yönelik stratejiler geliştirilmesi önem arz etmektedir.

Bu ülkenin eğitimci, akademisyen, aydın, bürokrat ve siyasetçileri olarak kadınlarımız, çocuklarımız,  gençlerimiz, yaşlılarımız ve engellilerimiz için yaşanılabilir bir dünya, bir ülke, bir şehir, bir mahalle ve en önemlisi bir aile oluşturmak hepimizin temel sorumluluğu olmalıdır.

Bütün bunlar, ülke olarak geldiğimiz noktada insan üzerine, aile üzerine, kadın üzerine, çocuk ve genç üzerine, değerlerimiz üzerine, sevgi, dayanışma, hizmet ve fedakârlık üzerine, yardımlaşma ve insan onuru üzerine yeniden düşünmemiz gerektiğini ortaya koymaktadır.

Yukarıda bahsedilen sorunların sıradan tedbirlerle çözülemeyeceği de açıktır. Dahası bu sorunların çözümü ancak topyekûn bir zihinsel dönüşümle mümkün olabilecektir. Bu zihinsel dönüşümün yolu ise eğitim sistemimizde değerler bilincine, sevgi, hizmet, yardımlaşma, adalet, özgürlük, ahlak, onur ve kalite gibi temel evrensel değerlere daha çok yer vermekten geçecektir.